Devador – Yeni Dünya
İnsanlar savaşların gürültülü olduğunu düşünür oysa duyduğumuz sadece nefesimizdir. Adrenalinle karışmış hızlı alınan nefesler. New York’ta bir şeylerin ters gideceğini biliyorduk ama bu derecede büyük bir olay yaşanacağını tahmin etmemiz mümkün değildi. Şehirde 8,5 milyon insan yaşıyordu, yaklaşık 35 bin polis vardı. Şehir civarında dört tane askeri üs vardı ama şehri böyle bir saldırıya karşı koruyacak ekipmana sahip değillerdi. Ekibim Merav’ı takip için şehre gelmişti sıkı adamlar olsak ta görevimiz gözetlemekten ibaretti. Saldırı başladığı anda New York kütüphanesine doğru metro ile geçmeye karar verdik, bu ilk şoku atlatıp hazırlanmamız için ufak bir zaman kazandıracaktı. Ardından Empire State’e doğru gidebilir yüksek bir mevkiden yerini bulmaya çalışabilirdik. Saçma bir karardı belki ama bu o an için hayatımızı kurtarmıştı.
Dışardaki patlama seslerini duyabiliyorduk ama risk alıp metroda kalmaya karar verdik. Şansa ne hattın elektriği kesildi ne de bizim kullandığımız kesim hedef oldu. Kütüphane durağına geldiğimizde insanlar zaten dolu olan metroya yığıldılar önümüzü açmak için kuvvet uygulamaya çalıştık son çare olarak Mike havaya bir kaç el ateş etti. Kaçan sivilleri geride bırakıp dışarıya doğru gitmeye başladık, çıkışa yaklaştıkça patlama sesleri şiddetlendi ne olduğu konusunda fikrimiz yoktu ama sesler tanıdığımız silah sesleri değildi. Başta Merav’ın bir şeyler yaptığını düşündüm ama karşımıza çıkan uçan gemileri gördükten sonra bunun tek bir adamın işi olabileceği fikrinden vazgeçtim. Sigara şeklinde büyük kara metal yığınlarıydılar. Filmlerde gördüğünüz küre şeklinde parlak şekillerle alakaları yoktu. Onlardan çok daha büyük ve uzundular ve en önemlisi çoktan atmosferin hemen üzerine kadar gelmişlerdi. Buraya gelene kadar nasıl hedef alınmadıkları konusunda bir fikrim yoktu.
Hızlı bir şekilde düşmanımız hakkında bilgi toplayıp hedefimizi tekrardan gözlem altına almalıydık. Kendimizi yüksek binalardan birisinin altındaki güzel bir kahve dükkanında konumlandırdık. Empire State kadar yüksek değildi, hedef olması daha az olası diye düşündük. Karşımızdakilerin ne tarz canlılar olduğunu, teknolojilerini, taktiklerini, güçlü veya zayıf yönlerini bilmiyorduk. Uydularımızı çoktan indirmiş olmalıydılar zira tüm iletişim olanakları kesikti, cep telefonlarımızdan, irtibat erimizin taşıdığı uydu telefonundan veya telsizden sinyal alamıyorduk. Dükkanda duran eski tüplü televizyonda da herhangi bir yayın yoktu. Ne yapacağımızdan emin değildik, Merav neredeydi bilmiyorduk. Etrafta tam bir kaos vardı ama bir plan yapmaya odaklandık. Öncelikle binanın çatı katına çıkmamız gerekiyordu, ne olduğunu görmemiz etrafa hakim olmamız lazımdı. Bina yaklaşık 50 katlı olmalıydı asansöre binme riskine giremezdik. Tepeye çıktıktan sonra hedefin konumu tespit etmeye çalışıp o noktaya doğru harekete geçebilirdik. Herhangi bir hava saldırısına uğramamayı ummaktan başka şansımız yoktu ama riski azaltma adına ikiye ayrılmaya karar verdik. Bir grup karşıdaki binaya benle Mike ise dükkanın bulunduğu binanın tepesine çıkacaktık. Sokağı gözlemleyip ikinci partiyi karşıya yolcu ettikten sonra dükkandan çıkıp binaya girdik ve merdivenlerden çıkmaya başladık. Kondisyonumuz yerinde olduğundan hızlıca yukarı çıkıyorduk beş altı kat çıktıktan sonra caddeden çok büyük bir patlama sesi geldi. Metal bir şey toprağa çarpmış gibiydi hareket etmeyi bıraktık ve dinlemeye çalıştık… Duyduğum şeyi tarif etmem çok zor. Toplu bir feryat. Diğer ekibin hedef olduğundan emindim. Onlara yardım etmemizin ya da durmamızın imkanı yoktu, merdivenleri çıkmaya devam ettik.
Çatıya çıktığımda istemsizce gök yüzüne baktım, ilerde Merav’ı görebiliyordum, kendi boyunda bir karartıyı boynundan yakalamış gibi havada tutuyordu. Onu bırakıp yere düşmesini seyrederken karartı binaların arasında kayboldu tepesindeki gemiler ona yaklaşırken parlamaya başladı, karadaki düşman birlikleri de ona doğru uçmaya başlamıştı ki ortalıkta bir uğultu duyulmaya başladı bunlar gemilerin atışa hazırlanma sesi gibiydi önlerindeki boşluklarda ışıklar belirmeye başlamıştı. Aynı sırada şehirden çığlıklar yükseliyordu, alev seslerine eşlik eden çığlıklar… Silahlar susmuştu, patlamalar bitmişti. İşgal bu kadar hızlı nasıl bitebilirdi?
Hedefte olmasına rağmen sakin olduğunu düşünüyordum sonuçta her şey bitmek üzereydi değil mi?
O an gözlerinden ışıklar çıktığına yemin edebilirim, bir melek gibiydi, çok güzeldi… Tüm ışıltısıyla birlikte bir şimşek gibi yere doğru uçtu, sonrasında hatırladığım tek şey anlık bir ışık ve ardından gelen sessizlik.
——————————————————————————————–
İşte orada! Kahramanımız. Yorgun ve bıkkın,
Sessizlikten daha suskun.
Gözleri toprağa, kalbi güneşe dönük.
Tekrardan terk edilmiş yalnız bir adam.
Benim için son bir kaç hafta hayatımın en ilginç dönemiydi. Şans eseri kendimi gizli bir görevin parçası olarak buldum, yurt dışında özel operasyonlara katıldım, dünya dışı yaşamla bilinen ilk temasın bir parçası olarak tarihe geçtim. Çoğu insan dünyaya önemli bir şeyleri başarmak için geldiğini düşünür ve hiçbirini başaramadan ölür. New York uzaylıların istilasına uğradığında oradaysanız anlatacak bir hikayeniz vardır hatta bir kaç filme konu olma olasılığı…Amerikan denizcileri, süper kahramanlarla birlikte kötü işgalcilere karşı savaşır, 4 Temmuz günü zafer kazanılır. Epey kayıp vardır ama zafer bizimdir. Kahramanımız sevdiği kızla güzel bir poz verir ve son. Klişelerle dolu tipik bir Hollywood aksiyon filmi.
Oysa hayat tek bir kişinin hikayesinden oluşmaz. Arkadaşlarınızı, masum insanları kaybedersiniz, adına zafer dediğiniz şey bir aldatmacadan ibarettir. Bugün de o günlerden birisiydi.
“Bu yolculuğa özgür olmak için çıkmıştık… yapmamız gereken tek şey dokunmak, sadece dokunmaktı.” diye konuşmaya başladı.
“Neden bahsediyorsun?” dedim, anlamsız konuşuyordu, aklımda tonla soru vardı ama kafamı toplayacak kadar kendime gelememiştim. Az önce önümde duran cılız adam inanılmaz bir şey yapmıştı.
“Çok uzun zamandır yolculuk ediyoruz Jack, insanlığımızı terk edeli o kadar uzun oldu ki ne hissettiğinizi hatırlamıyorum bile. Burada yaşananları değiştirebileceğimizi yanılgısına kapılabilirsin ama tek yapabildiğimiz felaketin boyutunu sınırlamak oldu.”
“Lanet olsun! Neden bahsediyorsun?” diye bağırdım. Karşımdaki canavar hala kendi derdinden bahsediyordu, yapabilecekleri, onca gücüne rağmen sonuçta aklına gelen tek çözüm bu muydu?
“Ne hissetiğin kimin umurunda? Neden? Neden beni kurtardın?”
“Çünkü insanlık adına birisinin karar vermesi gerekiyor. Neler olduğunu görmüş, bizi görmüş birisinin yapacağım şeyden önce karar vermesi gerekiyor?” dedi. “Ne kararı?” diye sordum isteksizce, tükeniyordum. Bizi uyarmaya gelmişlerdi. Adını bilmediğimiz bir kadın Amerika’ya düşmüş burada bir şirket kurup bizi savaşa hazırlamaya çalışmıştı, kocası “Merav” çok geç olana kadar bulunamamıştı Türkiye’ye düşmüş, kaybolmuştu. Bulunduğunda ise kimse onu dinlemedi. Hükümet üzerinde deneyler yapmaya çalışırken uykusundan uyandı, başta biraz sorun çıkarsada ilgisi hızlıca dünyaya geliş sebebine kaydı ve eşini bulana kadar herkesi uyarmaya çalıştı. Kimse çılgın bir adamı dinlemedi, farklı güçleri var olabilirdi ama kimse onu ciddiye almadı, anlattıklarından ziyade kendisini bir tehdit olarak gördüler ve cezalarını çektiler… hayır… cezamızı çektik.
“Bir kapı açabilirim, iki dünya arasında, seninkiyle benimkiyi birbirine bağlayan.” dedi ama ses tonu değişmişti, kararsızlığı sesini titretiyordu. “Bu iki tarafıda etkileyecek bir konu, kapıyı bir kere açarsam iki dünya sonsuza dek birbirine bağlanacak ve sonuçlarına iki tarafta katlanmak zorunda kalacak.” dedi. Kapı? Ne kapısından bahsettiğini bilmiyordum.
Bildiğim şey önümde duran cılız adamın 5 dakika önce tüm New York’u yok ettiği ve şu anda şehrin küllerinin ortasında eserine bakmakta olduğuydu. Daha fazla dayanamadım, kendimden geçtim.