“Sakin ol. Heyecanlanma.” dedi iç ses. Az önce kulenin içine atılmıştı, kulede yalnız kalmış olması gerekiyordu zira herkes savaş için dışarıdaydı, peki bu kız kimdi? Onu nasıl tarif edeceğini bilemiyordu, güzeldi evet. Onu gördüğünde korkudan daha çok heyecan duymuştu ama garip bir şekilde kızı tarif edemiyordu. Onda bu kadar güzel olan neydi? Saçlar, ten, bakışlar? Saçları ne renkti ki kızın? Ya da teni? Baktığında harika bir şey gördüğünü biliyordu ama tam olarak neye baktığını bilemiyordu, garip. Kızlarla pek tecrübesi olduğu söylenemezdi ama bu kıza aşık olmak üzere olduğundan emindi tek sorun gerçekten neye aşık olmakta olduğunu bilmemesiydi, sanki bir şey algılarını kapatıyordu.
Kıza değil bulunduğu duruma odaklanmaya çalıştı. Dışarıdan gelen sesler kesilmişti, ani bir sessizlikti bu. Daha önce savaş görmemişti ama böyle büyük çaplı bir olayda seslerin aniden kesilmesi garip olmalıydı değil mi? Ne bir zafer çığlığı ne de bir feryat, hiçbir şey duyulmuyordu. Acaba bu da kule’nin savunma büyülerinden birisi miydi? Belki içeri girerken ayağı takılmış ve başını bir yere çarpıp bayılmıştı, bu da bir rüyaydı, tabi ya bu bir rüyaydı, kızı da o yüzden…
Kız nerde diye düşündü? Demin durduğu yerde değildi. Etrafına baktı, onu göremeyince önce panikledi ama biraz sonra merdivenlerin yukarısından sesini duydu. “Fazla vaktimiz yok, hızlı ol!” Sesi tüm kulede yankılandı.
Merdivenlerden çıkmaya başladı, peşinden koşuyordu ama onu bir türlü tam göremiyordu. Saçları ne renkti gerçekten? Kıyafeti beyaz gibiydi ama bir anlığına siyaha benziyordu. Bunun bir rüya olmasından ciddi ciddi şüpheleniyordu ama rüyalarını kontrol etmeyi uzun zaman önce öğrenmişti. Bir kabusun içinde olmadığına emindi bu yüzden kendini olayların akışına bırakıyordu. Dışarıdan hala bir ses gelmiyordu ama kız gittikçe hızlanmaya başlamıştı. Merav yorulup yavaşladı, nefes nefese kalmıştı camlardan birinden dışarıya bakıp nefeslenmeye niyetlendi ama garip mor renkte bir şey pervazlardan itibaren onları kapatmıştı, savunma büyülerinden birisi olmalıydı bu zira ışığı bile zor geçiriyordu, büyük ihtimal havada almıyordu ama ne şans ki içeride sadece iki kişi vardı. Bilmediği bir sebepten acelesi olsa da bir dizinin üstüne çöküp en azından kısa bir süreliğine nefeslenmeye karar verdi, büyü yapabiliyor olması fiziksel olarak da güçlendiği anlamına gelmiyordu, maalesef…
Kızın ayakkabılarının patırtıları Merav’ın durmasıyla birlikte kesildi ardından aşağıya doğru yavaş bir ses gelmeye başladı sanki havada süzlüyormuş gibi ara ara ses kesiliyor ama bir şeylerin hareket ettiği hissi devam ediyordu. Üç dört dakika sonra önünde belirdi, uçmuyordu ayakları üstündeydi! Merav’ın yanına gelip elini tuttu, sanki bir buz parçasına tutunmuş gibiydi çok soğuktu ama bu fiziksel bir soğuk değildi bedeni anlam veremediği bir serinlikle kaplanmıştı, hem dehşet verici hem de rahatlatıcı bir serinlik.
Kız “Kule birazdan tuzla buz olacak, bence hızlıca en üstte çıkıp dışarıya açılan bir kapı bulmalıyız” dedi, Merav’ı elinden sıkıca çekerken. “Büyücülerle aşağıda savaşanlar kuleye karşı bir şey yapamazlar, onlardan çok daha güçlü birisi şehre gelmek üzere, o geldiğinde burada olmak istemezsin”. Yüzünden acı bir ifade vardı, Merav onu nasıl bir gözle gördüğünü merak etti.
Hem bunları nerden biliyordu? Haklı olabilir belki ama ah o merdivenler! Ama kız elini tutuyordu zayıflığını ona gösteremezdi, şaşkın erkeklik gururuyla tekrardan koşmaya başladı. Hoca Gekil’in odasına varana kadar bir daha durmadılar.